M. Kemal, Türk olduğu için dünya güzeli seçilen Keriman Halis vakasından bir buçuk yıl sonra Ocak 1934'te, devrimlerden övgüyle bahseden Yunan Başbakan Venizelos'un teklifiyle Nobel'e aday gösterilir. Kasım'da Ayasofya müze ilan edilir ve Aralık'ta değerlendirme süreci biter.
Ayasofya Câmii fiili olarak 10 Aralık 1934 tarihinde kapatılmıştır. Bu tarih aynı zamanda Oslo'da Nobel ödülünün sahibine takdim edildiği güne tesadüf eder.
Müze olarak açılabilmesi 1 Şubat 1935'e kadar sürer. Henüz Bizans eserleri yerleştirilememiş, ilk hazırlıklar İslam eserleri kaldırılarak tamamlanmıştır. Kazasker'in 7.5 metrelik levhaları yere indirilmişse de kapıdan çıkarılamayıp 1950'lere kadar zeminde bırakılıyor.
Câmi tamirat gerekçesiyle muvakkaten kapatılmış, imam kadrosu muhafaza edilmiş, 1936 yılı sonundaki tapu kaydında dahi câmi ve vakıf malı olarak tescillenmiştir. Müzeye çevrilmesi peyderpey ilerleyen, hileli ve hukuksuz bir süreç sonunda gerçekleşiyor.
Ziyad Ebüzziya, İslam Mecmuası 46. sayısında o günleri şöyle anlatmaktadır:

''(Maarif vekili) Abidin Özmen beyi ziyaret ederek Ayasofya hakkında, Vekaleti'nin tasavvurlarını sordum. Rahmetli Abidin Bey, tezkerede belirtilenleri tekrarladı.
İbadete kapatılması ihtimalini sorunca irkildi ve 'İbadete kapatmak mı? Komisyon çizmeyi aştı. Böyle münasebetsizlik olur mu hiç? Ayasofya câmidir, aynı zamanda da müze olacaktır. Maksad budur' dedi. Vekilin sarih teminatına rağmen endişeliydim, kendisi Atatürk'ün yakını değildi.
Buna mukabil, o sırada Dahiliye Vekili olan Şükrü Kaya bey ise, Atatürk'ün yakını idi, hem de amcam Velid beyin, Galatasaray'dan, Paris Hukuk Fakültesinden ve Malta sürgünlüğünden yakın arkadaşı idi. Kendisine gittim. Aynı suali sordum.
Rahmetli Şükrü Kaya bey de 'Kesinlikle söz konusu değil!' dedi ve ilave etti: 'İbadet bölümünü Bizans Müzesi yapmak fikrine Atatürk fena halde kızdı' dedi.''
Ziyad Bey M. Kemal'le ahbaplığı olmayan siyasilerin sözüne güvenemese de, câmi tarihine son veren belgenin altındaki sâir imzalar gerçek olduğu halde Reisicumhur'un imzası, onayı olmayan bir işte sahtecilik yapılabileceğine inanan kimseler eliyle polemik mevzusu yapılmaktadır.
Gerçekten belgedeki imzanın aynen kullanıldığı başka bir örnek gözükmüyor. Sebebi muhtemelen M. Kemal'in Ayasofya kararnâmesi ile aynı günde (24.11.1934) TBMM'den ”Atatürk” soyadını alması. Kanundan hayli önce kullanmaya başladığı bu isimle henüz mukarrer bir imzası bulunmuyordu.
Gayriresmi belgelerde ''A'' harfinin büyük yazıldığı benzerî imzaları mevcutsa da küçük ''a'' harfli nihâi hâli, kanundan bir gün sonra M. Kemal'e beğendiği bir tanesini seçmek üzere beş adet imza örneği gönderen Ermeni vatandaş, yazı hocası Vahram Çerçiyan'a ait.
Kısacası ”sahte imza” polemiğinin, Ayasofya ile M. Kemal'in soyisminin aynı gün görüşülmesi ve imzasının son şeklini takip eden günlerde belirlemesiyle ilgili yaşanan bir takım karışıklıklardan ibaret olduğu anlaşılıyor. Kaldı ki onay vermeden geçemeyeceği de bedîhî bir gerçek.
Mustafa Kemal'le defalarca görüşen, gözlem ve söyleşileri 1923'te Lozan'da ''An Englishwoman in Angora'' adıyla yayınlanan gazeteci Grace M. Ellison'un kitabı, 1973'te Milliyet Yayınları tarafından Türkçe'ye de çevrildi. Yazar aynı zamanda İngiliz Başbakanı'nın akrabası.
Henüz Millî Mücâdele esnasında, Lozan Barış Konferansı sürerken Ayasofya için pazarlık yapıldığını, gelecekte müzeye çevrilmesinin, Vatikan'ı devletleştiren Papa 11. Pius'un şahsında Hıristiyan dünyasına verilmiş önemli bir millî taviz olduğunu gözler önüne sermektedir.
''Ankara’da M. Kemal Paşa'ya, Papa’nın barış için büyük isteklilik gösterdiğini söyledim. Paşa’ya Hıristiyanlara karşı cömert davranışının ne olacağını sordum. Ayasofya'nın bir Hristiyan kilisesi olarak Hıristiyanların rûhânî lideri Papa’ya iâde edilmesini önerdim.
M. Kemal Paşa cevap verdi: ‘Eğer Hıristiyan kilisesinin tek bir kolu olsaydı, Ayasofya şimdi, bizim Müslüman yaşantımızın bir parçası olmasına rağmen söylediğiniz mümkün olabilirdi. Hıristiyan kilisesi o kadar çok bölündüğü hâlde bu imkansızdır.
O takdirde Ruslar, Yunanlar ve Anglikanlar bizim topraklarımızda Ayasofya için birbirleriyle dövüşmeye kışkırtılacaklardır ve sizin barış için öğütlediğiniz cömert davranış, sonsuz bir çatışmaya yol açacaktır.
Yine de Hıristiyanlara hak ettikleri onuru vermek için elimizden ne gelirse yapmaya çalışacağız ve Ayasofya’yı bir cami olarak korumakla, Katolik kilisesinin gerçekten haysiyetini incitiyorsak, onu ya bir müzeye çevireceğiz veya sonsuza kadar kapatacağız.
Hiç kimse bizim bilerek, kasten Hıristiyan kilisesini incittiğimizi söyleyememelidir.’'' Devamında Mustafa Kemal, Türkiye'de Hıristiyanların Müslümanlarla eşit haklara sahip olup huzur ve güven içinde yaşadığını anlatıyor.
Nitekim yakın tarihlere kadar İstanbul hükümetleri, Avrupalıların Ayasofya üzerindeki emellerine karşı tedbir almaktaydı. Hatta Ayasofya'yı -kimi kaynaklarda işgal güçlerinden, kimi kaynaklarda halktan- korumak için asker yerleştirilmişti.

(Ayasofya şerefesi, 40'lar.)
Ayasofya Câmii'nin, Patrikhane'ye iadesiyle kilise yapılması için İngiliz rûhânî reisinden yardım talebinde bulunulduğuna dair arşiv vesikası. (4 Ekim 1919)
Son zamanlarda Ayasofya civarında birçok arsa ve binanın Rum unsuru tarafından teferruğ edilmesinin önlenmesi için bir komisyon teşkiline dair arşiv vesikası. (28 Nisan 1919)
Gelecek Pazar günü Rumların Ayasofya Câmii'ni cebren işgal ile kiliseye tahvil edeceklerine dair bir istihbarat tebliği. (8 Şubat 1917)
Rum ve Ermenilerin Ayasofya Camii'ne girmelerine müsade edilmemesine ilişkin talimatlar. (24 Nisan 1920)
İstisnasız yerli sivil Hristiyan halkın, İtilaf devletlerinden birinin izin belgesini hâmil veya İtilaf devletleri zâbitânı refakatinde olsun veya olmasın, Ayasofya Câmii'ni ziyaretinin menine dair İstanbul Polis Müdüriyeti'ne tebligat yapılması. (28 Nisan 1920)
AyasofyaKararnamesi'ndeki sahte imza iddiasını çürüten evrak. Naim Hâzım Onat'ın 3.12.1949'da, Ulus'ta yayınlanan makalesinde mâlum imza var. İmza 16 gün önce, 8.11.1934'te hatıra maksadıyla takdim edilmiş.
Ayasofya yakın tarihimizin en girift meselelerinden biri, kapatılmasının hepsi birbirinden haksız birçok sebebi var.

Amerika Bizans Enstitüsü'nün kurucusu Thomas Whittemore, Ayasofya mozaiklerine çalışmak için görevlendiriliyor ve bu bir zaman sonra müzâkerelere dönüşüyor.
Araştırmacı Natalia Teteriatnikov, konuyla ilgili yazdığı makalede detaylıca anlatıyor.

“Amerika Bizans Enstitüsü, 1930’da Thomas Whittemore tarafından Boston’da kuruldu. Harvard’dan Prof. Robert Blake otobiyografisinde şöyle yazıyordu:
'Bizans sanatı, tarihi ve arkeolojisi incelemelerini teşvik etmek konusunda bir Amerikan, İngiliz ve Fransız girişimi olan Bizans Enstitüsü’nün kuruluşunda onunla (Whittemore) birlikte çalıştım.
Bizans Enstitüsü’nün büyük başarılarından biri, 1931’de TC’nin Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk’ü, Ayasofya Bazilikası’nın içindeki mozaiklerin ortaya çıkarılması sorumluluğunu Bizans Enstitüsü’ne teslim etmeye ikna etmesiydi.'" (Kariye, Pera Müzesi Yay., 2007, s. 34.)
Makalenin devamında sonuca dair bilgiler de var:

“Atatürk ile Whittemore arasında, ABD Dışişleri Bakanlığı ve Ankara’daki Amerikan Elçiliği’nin aktif destek verdiği müzakereler yürütüldü. Bu müzakerelerin sonucunda Ayasofya cami olarak kapatıldı ve müze olarak açıldı.”
Whittemore’un, çalışmalarını finanse eden Robert ve Mildred Blisse’e yazdığı mektupta geçen şu cümleler de dikkat çekici:

“Türk Hükümeti, geçen yıl üç kiliseyi ulusal anıt ilan etti (Kâriye dahil).
Bizans Enstitüsü’nün, İstanbul’daki Bizans kiliselerinin gözeticisi olarak ihmalkâr davranan Türk hükümetine yaptığı 'uyarıya' verilmiş bir cevaptır bu. Geçenlerde Eski Eserler ve Anıtları Koruma Heyeti’nde bana ayrılan yer, TR’de bana her zamankinden fazla bir nüfuz sağladı.”
Ayasofya'nın kapatılmasının sebepleri önem bakımından sıralandığı takdirde en başlarda yer alabilecek bir diğer mesele de aynı sene başlayan, İtalyan tehdidine karşı Balkan Paktı kurma teşebbüsleridir.
Celal Bayar'ın hatıralarını derleyen İsmet Bozdağ, 1934'te gittiği Atina seyahatinden dönen Başvekil'in bir akşam sofrasında Mustafa Kemal’le konuşmalarını nakletmektedir. Bayar'ın anlattığı hâtıra başka pek çok kimsece de dillendirilmekte.
İddiaya göre Celal Bayar Mustafa Kemal'e, Yunan Başbakan’ın kendisine Balkan Paktı’nı kabul etmesi için Ayasofya konusunda “Kamuoyunu memnun edecek bir ortam doğsa, belki bundan yararlanıp bir şeyler yapılabilir” dediğini aktarmıştı.
M. Kemal’in cevabı şöyleydi: “Az önce, VGM buradaydı. Ayasofya'yı tamir edecek para bulamıyorlar. Bugünkü hâliyle harap ve bakımsız. Hatta mezbelelik. Müze yapsak, hem harâbiyetten kurtarsak, hem Yunanlılara bir jest yapsak Balkan Paktı’nı kurtarabilir miyiz? Öyleyse yapalım.”
Her ne kadar bu iddiayı o senelerde Ayasofya'nın harap halde olmadığı savıyla itibarsızlaştırmaya çalışan yazarlar olsa da, bizzat Eski Eserler ve Anıtları Koruma Heyeti üyesi Thomas Whittemore'un dillendirdiği ihmalkârlık suçlaması bu görüşü tekzip etmektedir.
Nitekim 1931'de mozaiklere yönelik olarak başlayan restorasyon çalışmaları, 35'te Ayasofya'da kazı yapılmasıyla, 55'de taban döşemelerinin elden geçirilmesiyle genişletilmiş ve onarımlar, ardından daha geniş çaplı çalışmalar başlayan 80'lere kadar kısmen devam etmiştir.
Hâsılı Ayasofya'nın kapatılmasında sırasıyla Vatikan ve Avrupa'ya verilen taahhütler, ABD ile müzâkere, Nobel hırsı, Yunanistan'a jest gibi pek çok etken bulunmaktadır. Türkler hariç herkesin görüşü alınmış, sonunda milletin aklıyla "Şark âlemine müjde" denilerek alay edilmiştir.
Yusuf Halaçoğlu gibi tarihçiler, birer koltuk değneği olduklarını unutarak vaftiz pederliğine soyunmakta, imza fantezisini 2020 senesinde hâlâ temcit pilavı gibi ısıtıp önümüze koymaktadır. Ayasofya'yı Mustafa Kemal, hiçbir haklı gerekçesi olmadan kendisi kapattırmıştır.
"Ayasofya Atatürk'le konuştuğum gün camiydi. Ertesi sabah camiye gittiğimde kapıda Atatürk'ün el yazısıyla, 'Müze tamirat gerekçesiyle kapalıdır' yazan bir tabela asılı duruyordu."

Thomas Whittemore
Arkeolog | Amerika Bizans Enstitüsü

(Lord Kinross, Hagia Sophia, 1972, s.128)
Semavi Eyice anlatıyor:

“Muzaffer Ramazanoğlu’nun Ayasofya Müdürü olduğu zamanda bir tane Ayasofya Hatıra Defteri diye kocaman bir defter yapıldı. Bu defterin birinci sayfasına da ilk hatırayı Atatürk zamanında Milli Eğitim Bakanı olan zat el yazısıyla yazdı.
Diyor ki orada:

'Atatürk bir akşam sofrasında yanındakilere, 'Ayasofya’yı müzeleştirsek ne dersiniz?' diye sordu.'

Malum yanındaki zevat, şak şak şak alkış, oldu da bitti maşallah... Devam ediyor:
'Ertesi gün Atatürk’ün arzusu bu merkezde diyerek Vakıflar İdaresine Milli Eğitim’den ilk yazıyı yazdık. Ayasofya’yı derhal cami teşkilatından çıkarıp müzelere teslim edin’ diye. Ben noktası virgülüne kadar defterin kopyasını aldım o zaman. Şimdi bu defter kayıp, bulamıyorlar.”
Mustafa Kemal'in ziyaretini 1949 yılındaki Ayasofya Hatıra Defteri’ne Dahiliye Müdürü Bekir Şükrü Egeli, şu şekilde kaydetmişti:

“Bir gün gişede otururken ansızın maiyetiyle Atatürk geldi. Binanın her tarafını gezdiler.
Allah, Muhammed levhalarını göstererek 'Bunlar binanın o kısmındaki mimari güzelliğini örtüyor, onları kaldırınız.' emrini verdiler. Mihrap tarafını tetkik buyururken mihrabın ön tarafına konulan kordonun da kaldırılmasını, halılara basmakla bir şey olmayacağını söylediler.
Halılar üzerinde yürüyerek mihraba kadar gittiler. Avdetlerinde kapıdan çıkacakları sırada Müdür Bey geldi ve Atatürk’e beyanı hoş amedi ettikten sonra geri çekildi. Müdür Bey’e usulca levhaların kaldırılmasını emir buyurduklarını söyledim.
Her şeyde olduğu gibi benim bu hareketim de gözünden kaçmadı ve derhal dönerek 'Ne var?' diye sordular. Müdür Bey, emirlerini söylediğimi açıkladı. 'Evet evet onlar da kaldırılsın' diyerek emirlerini tekrar buyurdular.”
You can follow @ayasofyadefteri.
Tip: mention @twtextapp on a Twitter thread with the keyword “unroll” to get a link to it.

Latest Threads Unrolled: