Vakah Köyü 7 Aralık 2016,Bab
“Koç yiğitlik nam olmuş,kırk yiğidin kırkına,Tanrı güç kuvvet versin,Kürşadların ırkına..”
Benim adım metin.
Gerçek adım değil tabii.Metin benim kod adım.Özel kuvvetlerdenim,astsubayım.Şimdi buradayım ya,daha önce kah güneydoğudaydım,kah Irak’ın kuzeyinde..Meskun mahal çatışmalarına da katıldım,dağlarda yapılan terör operasyonlarına da.Meskun mahal çatışmalarında
Surdaydım.Çok çatışmaya girdim Sur’da.PKK’lılarla yarım metreden,bir metreden çatıştığım oldu.Hakkarinin dağlarında,İkiyakalarda,Buzul dağında,Oramarda da vardım.Hani’nin,Lice’nin,Dicle’nin yayvan yamaçlarında da…
Bi aralar da Tunceli kırsalında yasadışı silahlı solun peşindeydim,timimle taburumla beraber.Şimdi de buradayım,Babtayım.Aylardır kah PKK’yla kah tekfirci IŞİD’cilerle uğraşıp duruyoruz.
“Metin!”
“Emredin komutanım.”
“10 dakika sonra brifing.Kürşat’la katılın hemen.”
“Emredersin komutanım.”
Kürşat benim badim.Kürşat da onun kod adı.Yıllardır beraberiz.Birbirimizi kokumuzdan tanırız.Yediğimiz içtiğimiz,attığımız ayrı gitmez.
Yan yana sırt sırta yaşar,çatışır,ölümün üstüne giderek ölümden kaçar http://dururuz.Biz  özel harpçi iki astsubayız
İşte bizim bu hikayemiz böyle başladı.Zaten hep böyle başlardı.Emri alır,brifingi yapar,hazırlanır göreve çıkarız.Aralık ayındayız.
30Kasımda Bab’ın hemen yakınlarında bir ileri harekat üssü oluşturmuş durumdayız.Komandolarla birlikteyiz.Yanımızda Özgür Suriye Ordusundan savşçılar da var.Kimi zaman onlarla göreve çıkıyoruz,kimi zaman komandolarla,kimi zaman da hep beraber.
Artık toplanıyoruz.
Toplandığımız avluda kimi tahtada oturuyuor,kimi molozda,kimi ağaçta,kimi de ayakta.Bizi komutanımız,komandoların tabur,bölük ve bölüğün kol komutanları var.Kısa kısa,kesik kesik konuşuyor arada bir tartışıyor,harita üzerinden ders çalışıyoruz.
Muharebe istihbaratı bize IŞİD’cilerin gittiğimiz yerde yoğun şeklilde yuvalandığını söylüyor.Hoş zaten biz de onun için http://gidiyoruz.As ıl maksat keşif olsa da aslında biz burada “cebri keşif” yapacağız.Yani ateşle, kendimizi yem yapa yapa IŞİD yuvalarını deşifre edeceğiz
Böylece hem kendimiz çatışacak,hem de top,havan ve uçakların hedeflerini işaretleyeceğiz.Üstüne bir de özel operasyonlar için hedef belirleyeceğiz.Bizim bu operasyonda bir diğer görevimiz de,komandolarla biizm,yani özel kuvvetlerin irtibatını sağlamak.
Çünkü bu alanlarda bizimkiler hem doğrusal hem kapalı operasyon yapıyorlar.Detaylarla çok sıkmayayım,gece Vakah köyüne sızacağız.IŞİD orada var,biliyoruz.Sadece ne olacağını,nasıl olcağını bilmiyoruz,ona da gittiğimiz zaman bakacağız.
Hava karardıktan birkaç saat sonra,artık sızmaya başlıyoruz.Bu tür görevlerde yanımıza çok yiyecek almayız.Sadece su,silah,mühimmat.Çünkü bu tür görevlerde üzerimizde ne varsa onunla savaşırız.Bir de soğuktan koruyan giysilere çok ihtiyacımız olur.
Çünkü hava artık çok soğuk.Yürüdükçe zorlandıkça,terledikçe,soğuğu ayazı yedikçe,ıslandıkça,kara çamura bulandıkça giysi değiştirmek zorundayız,yoksa mücadeleyi hakkıyla yapamayız.Şimdiki adımız 4.özel görev kuvveti.40Kişi kadarız.
Vakah köyüne sızacak,sonra işimizi yapacağız.30 Kasım’ı 1 Aralık’a bağlayan bütün gece boyunca yürüdük.Her tarafın mayın,bubi,tuzak,patlayıcı olduğunu biliyoruz.En ummadığın yerde bir tuzak bir patlayıcı karşına çıkabiliyor.
Patlatıveriyorsun,patlayıveriyorsun.Sonrası malum ölüveriyorsun.Şu ana kadar patlayıcılara yoğunlaştığımız her yerde yüzlercesini bulmuşuz.Bir de bulmadıklarımız,bulamadıklarımız var.Eğer patlayıcılarla uğraşmaya kalksak biz bu işi hayatta yapamayız.Neyle karşı karşıya olduğumuzu
biliyoruz.IŞİD bizi bozmaya,oyalamaya,geciktirmeye,durdurmaya çalışıyor.Oysa bizim önceliğimiz onlar,onların canlı kanlı hareketli hedefleri.Tabii böyle olunca,ortaya devasa bir mayın ve patlayıcı tarlasının içinde yaşayıp durmak,üstüne de savaşmak kalıyor.
Sonra Vakah köyü günleri..
Tam bir haftadır buradayız.Sızdığımızı önce fark edemedi uyanıklar.Sonra da çok bozuldular.Böylece bizi pek çok kereler tırtıklamaya,sızmaya,girmeye çalıştılar ya,şu ana kadar bunların hiçbirini başaramadılar.
Biz ise onların canlarını fena yaktık.Hem kendi attıklarımızla,hem de attırdıklarımızla.Özellikle attırdıklarımızla.Gece görüşlerimizle,termallerimizle,diğer optik sistemlerimizle uzak yakın yakaladığımız,tespit ettiğimiz hedefleri,sopalattık uçaklarla fırtınalara.
Yalnız son birkaç gündür,fena halde tedirginiz.Kesin,bir namertlik bekliyoruz.Bir his bu,hissediş..MUharebe,çatışma alanlarına özgü bir http://sezgi.Ne  beklediğimiz de belli.Bombalı araçlarla,canlı bombalarla,bombalı yeleklilerle bir fedai eylemi bekliyoruz.
Bunun eninde sonunda bir şekilde olacağını olabileceğini biliyoruz.Sadece ne zaman ve nasıl yapacaklarını bilmiyoruz.Sadece,görevimizin dinamikleri içinde bekliyoruz.Biliyoruz,Biz burada vatanımızın ve geleceğimizin yemiyiz.
Bu oltadaki yemliğimizle,garezden gözü dönmüş kıllı kanlı piranalarının kancamıza takılmasını istiyoruz.Eski bir tavuk çiftliği burası.Tavuklar çoktan göçüp gitmiş ya,tüyleriyle kokuları burada.
Tüyleri hadi neyse de,koku fena.Neyse,ayın 7sini 8e bağlayan gece nöbetimizi tuttuk.Nöbetin ağırlığı bendeydi.Bütün gün ayakta olacağı için kürşat biraz uyudu.Gece biz binanın üst katındaki bir odadan gözetleme ve dinleme yaparken komandolar da
çiftliğin içindeki diğer binalara ve etrafına dağıldılar.Bir komando koluda oynak pusuya çıktı.Devriye gibi…Oynak pusudaki bu komandolar gece 4tten sonra döndüler.Onlar artık biraz uyuacaklar,sonra onlar içinde günün bir başka hengamesi başlayacak.
Hava puslu,gökyüzü ise hala karanlık.Gri kara kasvetli bulutlar http://var.Ve  bulutlar yeryüzüne yakın,belliki yağacak.Birde buralar çok yağış almaz diyebilirdik.Bizim şerefimizemidir nedir,Allah verdikçe verdi,Yağmur yedik,soğuk yedik,şimdilerdede
hava bayağı bir soğuk,artık kar bekliyoruz.Yalnız buraya yağmur yağınca arazi fena ağırlaşıyor.Bölge genelde kırmızı toprak,kayganlaşıyor,cıvıklaşıyor,hadi bizimkisi postal,çok vayımızda değilya,gerideki araçlar çok zorlanıyor.Sonuçta araçlar çatışma alanlarına yoldan girmiyor.
Zaten çok yerde hendek ve tuzaklanmış patlayıcılar var.Araziye çıkıncada karşımıza çamur birde patlamaya hazır mayın ve bubili patlayıcılar çıkıyor,ama patlayıcılar yollardan daha seyrek.
Bütün gece boyunca dinleme ve gözetleme yapınca cihazların çoğunun güç kaynağı boşaldı. Artık benim gece görüşlerin bataryalarını şarj etmem lazım. Kürşat da nöbeti biraz önce benden devraldı. Artık bütün bataryaları topladım, karşı binaya gidiyorum.
Şarj aletleri orada. Sonuçta burada elektrik yok. Geceleri o nedenle karanlık ve soğuk. Yorgunluğun, uykusuzluğun, gece soğuğunun, hareketsizliğin neden olduğu hamlığın ve günlerdir süren görevin verdiği bedbinliğin
ve gerginliğin ağırlığında, bataryalar bir elimde, öbür elimde tüfeğim ağır ağır yürüyorum. Bir yandan da gönlümde sılaya gitmişim; evimi, eşimi, biricik yavrularımı özlüyorum. Sabahın bu alaca bulaç, bu kirli aydınlığında, şimdi de bir motor sesi duyuyorum.
Apansız alarm zillerim çalıyor, huzursuzlanıyorum, kulak kabartıyorum. Hayatı umursamaz gibiydim ya, ben burada birden irkiliyorum. "Bir zırhlının sesi bu!" Boğuk, uğultulu, gürültülü ve güçlü! Tırtıllı paletli bir şey! Bu sesi kavramamla birlikte kopup gitti dünyam.
Bir anda ayyuka çıktı endişem...Sinirlendim, gerildim ve beni sarmaya çalışan apansız bi a renalin şoku yaşamaya başladım. Ve tam bunları düşünürken o aletı gördüm.Devasa cüssesiyle, zırhıyla, paletleriyle, akortsuz gicırtılarıyla, kapkara dumanıyla ve olanca hızıyla bize doğru
yaklaşıyordu. Bağırdım bir tek! Sadece bağırdım ve koştum. Artık delicesine komandoların yattığı yere doğru koşuyordum. Biliyordum! Bunun bir bombalı araç olduğunu için için biliyordum ve sadece bağırıyordum.
Bizim silahlar patlamaya başladı ya, ben bunun hiç bir fayda sağlamayacağını da biliyordum. Bilmiyorum, sadece seziyorum. Artık bir tek derdim var. Komandolarının yattığı yere ulaşıp, artık bir tek onları ikaz etmek istiyordum. Onların dağılmalarını, yayılmalarını sağlamalıyım.
Yorgunluktan derin bir uykuda olduklarını biliyorum. Bir roket patlıyor bu ara. Nöbetteki komandolardan biri, elinde ki RPG'yle zırhlıya ateş ediyor. Ama çarpmanın patlaması duyulmuyor. Sekiyor belli ki tanksavar roketinin mermisi. Patlamıyor! Kahrediyorum ve bu kısacık zaman
aralığında beş, bilemedin on-on beş saniye sonra komandoların yanına ulaşıyorum. Artık kapının eşiğindeyim, binanın içine doğru koşmaya devam ederken, avazım çıktığı kadar, delicesine, dellenmişcesine bağırıyorum. "Bombalı araç! Tam siper, tam siper!"
Bir yandan da durmadan telsizi mandallıyorum. "Ateş edin, ateş edin! Durdurun şu aracı, ne olursa."Ama için için biliyorum. Bir şey olacak, bir şey olacak. Patlayacak! Aracın sesini, uğultusunu şimdi daha yakın duyuyorum. Sonra!
Sonra hiçbir şey duymamaya başlıyorum. Savruluyor bedenim ve sadece, bir an bir şey görüyorum. Devasa bir alev topu, apansız açılıyor ön ce, sonra birdenbire kapanıveriyor ve kapkara, ama kapkara bir duman ürümeye başlıyor.
Ben bu sırada havaya uçuyorum. Ve çakılıyorum. Ve ben bütün bunları nasıl gördüm, asla bilemiyorum. Kapının önünde patladı araç. lçeriye girmeden, giremeden patladı. Bunun nedenini de nasılını da bilmiyorum.
Düşünemiyorum da. Sadece yaşıyorum. Bir yandan da düştüğüm yerden kalkmaya çalışıyorum. Çok ağırım, kımıldayamıyorum. Önce kımıldamaya çalışıyorum, ama beceremiyorum. Sonra kımıldayabildiğimi fark ediyorum. Aslında ım her şeyi düşünmeden yapıyorum
Bilinçaltım bu, dürtülerim. Var olmaya dair reflekslerim. Ben şimdi burada hayatta kalmaya çalışıyorum. Bir de ben savaşmak istiyorum. Şimdi ortalığı devasa bir toz ve duman bulutu kaplamaya çalışıyor. Yayılıyor, yoğunlaşıyor, ağırlaşıyor, her tarafı ve her birimizi sarıyor.
Bu arada bedenimi kontrol etmeye çalışıyorum. Kopan, parçalanan bir yerim var mı, bir de ona bakıyorum ve durmadan öksürüyorum. Kendimi boğulacakmış gibi hissediyorum. Tüfeğim? Tüfeğim, silahım nerede? Oracıkta görüyorum silahımı.
Orada pisliğin, yıkıntıların, molozun içinde tozlanmış duruyor. Şimdi tek bacağımla ite ite, tek kolumla çeke çeke sürünüyorum. Bu gayretimle tüfeğime yakınlaşıyorum ve askı kayışından tutup onu kendime çekiyorum ve ona bir baston gibi yaslanarak ayağa kalkmaya çalışıyorum.
Ağrıyorum, sızlıyorum, başım çatlıyor ve ben şimdi bir de başımın patlayacağından korkuyorum. Bir çaresizliğim var. "Allah'ım," diyorum, "Allah'ım yardım et". Ben bu çatışma alanlarında bize bir tek O'nun yardım ettiğini biliyorum. Bir de güç ve kudret verdiğini.
Yıkılmış her şey, dağılmış. Binanın kapısı çarpılmış kalmış, duvarda koca koca delikler. Çökmüş alanlar, yı kıntılar. Savrulup kalmış insanlar. Îniltiler... Şoklar... Karabasanlar.…. Bir pencereyi gözüme kestiriyorum. “Ben çıkarım buradan!" Pencereye doğru koşmaya çalışıyorum,
ama koşamıyorum.Yine de kendimi zorlu- yorum. Bacağımı atıp apış aramı acıta acıta oradan, o camdan atlayıp dışarı çıkıyorum. Bu arada gözüm ellerime takılıyor. Kanıyor ellerim, küçük küçük biryerlerden, parmaklarım üzerinden kan çıkıyor
Ve ben şimdi badime, Kürşat'a ulaşmaya çalışıyorum. Daha bir kendimi toplamış, aklım başıma gelmiş, Kürşat’ın olduğu binaya doğru sürükleniyorum. Bu sırada silah sesleri uğulduyor. Bizden, onlardan, bir yerlerden durmadan silah sesleri geliyor. Son bir gayret, son bir gayret daha
sonunda Kürşat’a ulaşıyorum."Kardeşim! Kardeşim nasılsın?" "İyiyim abi, iyiyim. Sen nasılsın?" fyi miyim? Ben bunu bilmiyorum. Ve artık mücadeleme, mücadele- mize sarılıyorum. “Termobarikler) nerede Kürşat?" "Ben onları halletmezsem, onlar gibi olayım.' Bu arada termobarik bir
bombayı, M-203’ümün lançerine sokuyo- rum. Ve tetiğe http://xn--aslyorum-ukbb.Niasılıyorum.Ni şan aldığım yere uçup gidiyor termobarik. Patlayan bombalı zırhlının oralarda, IŞİD’cilerin geldiği taraflarda patlı- yor. Artık hem komandolar, hem biz çalışıyoruz. Anlara, dakikalara sığan
sert ve yoğun bir mücadele Sonra! Sonra bir motor sesi daha duyulmaya başlıyor. Diğeri gibi ama daha farklı. Daha farklı bir araç bu. Bir ikincisi geliyor! yaşıyoruz
Birinci patlamayla açılan gedikten ikinciyi sokacaklar! Telsizden herkese bağırıyor. Ben bağırıyorum, Kürşat bağırıyor. Komandolarımızdan birkaçı bağırıyor. Sokmayın! Sokmayın! Bilmem, bilemem. “Allah" diyenin sesini duyunca içim bir hoş oluyor.
Kalbim şimdi içime sığmıyor, patır kütür atıyor. Ben de bu ruha kendimi kaptırmış, patır kütür termobarik atıyorum. Üstüne bir de "Allah'ım" diyorum. “Allah'ım bize güç ver. Utandırma bizi." Bir yandan da gözlerim- den yaş akıyor. Kabaran bu duyguyla, ben ağlıyor muyum?
Sadece atıyorum, Kürşat'la beraber atıyoruz, komandolar atıyorlar. Bütün yaklaşma istikametlerini ateş altına alıyoruz ve hâlâ aracın sesini duyuyoruz. Artık bundan sonra sesin geldiği tarafa elde ne varsa gömüp duruyoruz.
Sonra sesler kesiliyor, motor sesi artık duyulmuyor. Ne oluyor, anlamaya çalışıyoruz.
( Termobarik bomba: Patladığı yerde oksijeni emen, yüksek isı, basınç ve şarapnel et- kisi üreten, Özel Kuvvetler'in kullandığı bir tür mühimmat. M-203: M-4 (M-16) saldırı tüfeklerinin el kundağına 40 mm'lik bombaatar monte- lenmesiyle oluşan silaha verilen ad.)
Kürşat diyor ki:
"Mevzi degiştirelim abi." Doğru diyor. Değiştirelim hemen, ama nereye? Gideceğimiz yeri, garip bir tesadüfle bağıran bir komando söylüyor diğer tarafta, binanın diğer cephesinde. Bağırıyor uzman komando: "Bu taraftan birileri geliyor."
"Arkadan geliyorlar Kürşat. Koş!" Nefes nefese, delicesine koşuyoruz. Ve neyin geldiğini, geldiğimiz yer. den görüyoruz. Bir BMP bu! Rus malı zırhlı araç! Ustüne bir de sac pla kalarla takviye zırhlamışlar, üstünde de topu var!
Ama uzaktalar hålâ! Yaklaşmaya çalışıyorlar. Mevzileniyoruz. Benim keskin nişancı dürbünüm var. Artık patlamayla yaşadığım şok- tan eser kalmamış. Yaşıyorum. Deli bir soğukkanlılıkla mücadeleme sanıl- Bunun nasıl olduğunu filan da bilmiyorum.
Kendimin bile bilme diği bir duyguyu yaşıyorum. Atıyorum. Ve düşürüyorum birini. Diğerine atacağım, ama o hemen atıyor kendini, saklanmaya çalışıyor. Buna rağmen onu hâlâ görüyorum. Girmeye çalıştığı az derin çukurun içinde kıyısını bucağını görebiliyorum.
Ve o ciğersizin hâlâ, hissettiğim şaşkınlığında ne olduğunu tam anlamadığını düşünüyorum, üstüne afallayıp kaldığını da... Bir önceki mermiden çok daha dikkatli nişan alıyorum ve buz gibi bir nefretle parmağımın altındaki tetiğe dokunuyorum. Ve tüfeğimin anlık sarsıntısında
IŞİD'linin nasıl kıyıştığını görüyorumArtık gaddarım, gazaplıyım, hırslıyım ve öfkeliyim. Ve hışmım... O hareket etmeye çalıştıkça, onu gebertmek için yanıp tutuşuyorum. Bir tane daha atıyorum. Bir tane, bir tane daha. En son kafasından vuruyorum.
Diğerinin işini de şansa bırakmıyorum. İlk vurduğuma üç daha atıyorum. Size çok anlatmadım ya, ben araç patladıktan sonra yıkıntılar içindeki komandoları gözümün önünden bir türlü atamıyorum.
Onların yaralı yaralı yıkılmayan bağrışlarını, yardım çağrılarını, inleyen yaralıları, yerlerdeki, üstleri başlarındaki kanlarını! Erkekçe, mertçe, dürüstçe karşılarına çıkamayan o ruh hastalarının üstümüze patlayan aracını! Ve dürbünüm- le, bizi öldürmeye,
canlı yakalarlarsa kafalarımızı kesmeye, bizi canlı canlı yakmaya ahdetmiş ve bunu binlerce defa başkalarına yapmış bu uğursuzları kurduğumuz ölüm bölgesinde tekrar görmeye çalışıyorum.
Ve BMP'nin arkasında bir bacak görüyorum sadece. Sadece bir bacak! Ve çok daha dikkatli ve "ikinci bir mermiyi hemen atmaya hazır" nişan alıp, tınk diye ateş ediyorum. Ayağına mermiyi yer yemez zıplıyor kerkenez.
Zıplamasıyla da ikinci mermiyi göğsüne gömmem bir oluyor. Uğursuzca devriliyor. Ve yaptğının, yapmaya niyetlendiklerinin hesabını oracıkta, iki Mehmetçik kurşunuyla veriveriyor
İşte o BMP
Zırhlı aracın arkasına saklanan bu adamı da vurunca, Kürşat’ım, yiğidim, yiğitbaşım, yarım yamalak da olsa sevinçle sarılıyor bana, kucaklaşıyoruz. Ve hemen ardından bitmemiş mücadelemize tekrar sarılıyoruz. Yalnız iyi de, şimdi artık biz onların hedefiyiz.
BMP topunun, gözlerimizin önünde bize doğru dönüverdiğini görüyoruz. Mümkün değil, engelleyemeyiz. Artık geriye de çıkamayız. Ve artık biz, bize doğru gelen, da- ha doğrusu bize doğru patlayan ölümün çıktığı namludan tüten dumanı görüyoruz.
Topun mermisi bulunduğumuz binanın duvarına çarpıyor. Boğuk bir gürültüyle çatırdıyor ortalık. Ama! Bundan sonrasına ister "Allah'ın hikmeti" deyin, ister "yaşayacak ömrünüz varmış"... Duvara çarpan ölüm patlamıyor, iyi mi! Sonra oradan çıkmak, uzaklaşmak yerine, delicesine bir
cesaretle gözetlemeye devam ediyoruz. Sadece yere daha bir yamanıyoruz. Artık atsalar da kaçsalar da gözümüz aracın içindeki adamda ya da adamlarda. Bunun bir zırhlı taşıyıcı olduğunu biliyoruz. Komandolarımız da fena halde istim üstünde... Onlar da önce görmeye, sonra da adam
avlama ya çalışıyor. Biz buraya yoğunlaşmışken, diğer bölgelerde de silah sesleri bütünlesmiş uğultularla devam ediyor.
O kadar yoğun bir çatışma yani. Ortalık barut, küf, moloz kokusu ve tavuk pisliği kokuyor. Bir de kan! Evet, ortalık bir de kan kokuyor. Buruk, acımsı, kekremsi, demir yalamış gibi bir koku. Nişangâhlarımız BMP'ye kilitlenmiş arayıp dururken,
bu araçtaki aptal bir beyin mermilerimize kafa uzatıyor. Aracın içindeki bir IŞİD’li, kurnazca araçtan çıkmaya çalışıyor. Yanılıyor ama bu kafa! Ve ucunu göstermesinden hemen sonra, o kafa dağılıyor.
Bunu kimin yaptığı ise kendi içinde meçhul. Çünkü ben, badim Kürşat ve bu ve nasıl aracı gözetleyen komandolar sanki hep birden tetiğe asılıyoruz. Böylece bir tekfiri daha diğerlerine katılıyor. "Ateşiniz bol olsun, dini kullanan bozguncular!"
Sadece sizin değil, Allah'ın dinini istismar edenlerin, bütün canlı putların ve o putlara tapanların ateşi bol olsun. Artık burada işimiz kalmadı gibi. Zaten bu hattı kontrol eden komandolar da burada.
Böylece diğer taraftaki silahların uğuldayıp duran vahşi çağrisina kulak verip, oraya doğru koşuyoruz. İhtiyaç var, ihtiyaç yok, bilmiyoruz, sadece biz de oradaki canhıraş mücadeleye katılmak için can atıyoruz. Artık diğer binaya geçeceğiz.
Aşağıya inmek gerek! İşte o aşağı indiğimizde mücadelenin acı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Komandolarımızdan birinin bir eli parçalanmış, orada, öy-lece kalakaldığını, onun da o parçalanmış eline bakakaldığını görüyoruz
Şokta olduğunu anlıyoruz. Onun eli yok artık. Elinden geriye kalan et ve kemik parçalarından yapış yapış kanlar akıyor. Et parçaları kararmış, morarmış, gazi buna öylece hareketsiz bakakalmış,
elinden kalanı elinde tutuyor. Gözleri kocaman, gözbebekleri de öyle. Bir de o elinin içinde elinden kopan kanlı bir et parçası, kopmuş bir parmağı var. Kahroluyorum, lanet ediyorum, lanet okuyorum. Ve hemen oracıkta,
hemen bir arkada bir diğer gazimizi görüyoruz. O karanlık bi kuytuda ve eli parçalanmış olan gaziden çok daha kötü. Onun yarası başında! Başına bir şarapnel isabet etmiş, akıp duruyor kandan pekmezi
Kürşat eli parçalanmış vatan evladına, ben de başından şarapnel almış aygın yatana koşuşturuyoruz. Her ikimiz de harp paketlerine sarılıyoruz. Dişimizle elimizle harp paketlerini yırtıp, tampon turnike yapıyoruz.
Ve silah sesleri hâlâ yankılanıyor ve artık bizim burada yapabileceğimiz daha başka bir şey yok. Kısa kısa birkaç teskin edici sözle, koşarak buradan çıkıyoruz. Ve benim penceresinden çıktığım binaya giriyoruz. Ve asıl acı gerçekle ve büyük bir onurla burada karşılaşıyoruz.
Buna ve her şeye rağmen bir destan var burada! Patlamayı beraber yaşadığım, ikaz etmek için yanlarına koştuğum, patlamanın bütün etki, yıkım ve yaralamalarına rağmen, komandolar canhıraş bir mücadeleye soyunmuşlar
Bilemezsin, ama çok yönlü ve ruhu zorlayan bir savaştır bu! Hem kendi ruhuna, hem de teröriste karşı verilen ölümüne karmakarışık bir mücadele. Bir yandan yaralılara yardım ediyorlar, bir yandan tekfircilerle çatışıyorlar,
, bir yandan da "artık hepsi gazi olmuş", hırpalanmış, delik deşik olmuş, yıkılmak, dinlenmek, tımar edilmek isteyen kendi benlikleriyle savaşıyorlar. En çetin savaştır insanın kendi benliğiyle savaşması. Onu yenmeden hiçbir şeyi yenemezsin.
İşte bizim komandolar, bu en zor işi, en zor şartta ve alanda destansı bir gayretle yapıyorlar. Bir görseniz! Hele yaralı yaralı çarpışan o gazi komandoları bir görseniz... Ağır yara almış olanlar hariç nasıl da savaşıyor, nasıl da çarpışıyorlar. "Ölmek var, dönmek yok!" diye
bağırıyor.kolundan yaralı kol komutanı. Başı sarılı, yüzü kanlı bir uzman mermi atarken diyor ki: "Burada kalırsam oğlum oğlundur komutanım.
Onu da bir komando gibi yetiştir." Nutkum kabarıyor, ta içimden gelen bir yumruk göğsüme abanıyor. Şahlanmış onlar, hep beraber şahlanıyoruz. Onlar, bütün bunların hepsini ölümüne bir ruhla, delicesine yapıyorlar.
Onlar komandolar. Türk komandoları! Milletin en ağır yükünü, en bilinmez, en ulaşılmaz, en yaşanılamaz yerlerde sırtlanan, adı bilinmez kahramanlar. Onların en büyük dertleri ölüm filan da değil, iki ağır yaralıları.
Ölümüne koruyorlar onları. Bir ananın yavrusunu kundağında sakladığı gibi koruyorlar ağır yaralı gazi arkadaşlarını. Dışarıdaki çatışmaya koşuyorduk ya, şimdi buradaki duruma çakılıp kalıyoruz.
Ağır yaralı bir komandonun çağrısı bizi bizden alıveriyor. "Komutanım suyun var mı?" Koşturuyorum hemen. Yudum yudum su akıtıyorum ağzına. Minnetle bakıyor yüzüme. Çatışmanın harareti üstüne, bir de yandım anamın harareti...
Yakar mermi, hem de ölümüne ya- kar. Birer birer yaralıları dolaşmaya, elimiz ayağımız birbirine dolaşmış, onlara su yetiştirmeye, üstüne bir de yardım etmeye çalışıyoruz. Kendi harp paketlerimiz çoktan bitmiş.
Yaralıların kendi harp paketlerini bulmaya, boyun bağlarını, fularlarını kullanmaya, temiz kirli artık fark etmi yor, yırttığımız bulduğumuz kumaşlarla onların çoktan kanlanmış tam ponlarını değiştirmeye,
onları bağırta bağırta turnikelerini biraz daha kıp, akıp duran kanlarını durdurmaya çalışıyoruz. Sonra? Sonra biri "El bombası!" diye haykırıyor. Bağıran bizim komandolar- dan biriydi ya, kimdi, değildi, hiç bilmiyorum
Sadece o sese "tam siper"le karşılık verdiğimizi biliyorum. Iki patlama oldu, içinde bulunduğumuz binada. Iki boğuk ve tok patlama. El bombasının kendine has barut kokusu yayıldı ortalığa, sonra da apansız bir ateş başladı. Giriyorlar!
Artık bizi gömmek istiyorlar. Ama biz ölmedik daha! Yaşıyoruz hâlâ. O zaman sonuna kadar, hem de sonuna kadar savaşacağız. Zaten artık buna soyunmuşuz. Bir an- lık bir karar, inanç ya, ama sadece bilinç ve akılla değil. Bilinç ötesi, bilinçaltı, meleke hepsi birden, bilmiyorum.
Sadece bu köklerden bir akıl, bir bilinç ve bir iradeyle. Nasıl ve hangi şekilde olduğunu sormayın, bunu ben bile bilmiyorum. Bir tek Allah biliyor. El bombasının pimini söktüğüm gibi ben de onlara bir el bombası savuruyorum. Bir daha...
Kürşat da bir el bombası firlatıyor. Öteden birkaç komando daha. Ve hep beraber başka bir karşılık, yattığımız yerlerden tüfeklerimizle ateş etmeye başlıyoruz. Kör kör ama! Ve sonra istediğimiz hiçbir etkiyi üretemediğimizi görüyoruz.
Sütrelerin gerisindeler, mevzilenmişler. Attığımız el bombaları hep önlerine düşüyor, mermilerimiz hep önlerindeki moloz yığınlarına saplanıp kalıyor. Bütün bu her şeye rağmen, yine de bir fayda görüyoruz. Gelmiyorlar. Gelemiyorlar. Korkuyorlar. Yapamıyorlar bir türlü..
Ama biz de kaygılıyız. ya da refleks ya da yaşama güdüsü! Bunların biri ya da Hassasız. Hem de çok. Başka bir şeyler yapmamız, daha farklı bir etki üretmemiz lazım. Belli ki aynı dertle dertlenen
Kürşat bana hiçbir şey demeden, şimdi arkaya doğru koşuyor. Ne yapıyor bu? Hemen son elinde bir LAW'la çıkıp geliyor. Kapaklarını söktüğü gibi, asılıp silahı açıyor ve binanın yıkılmış yanına koşuyor.
Geri tehlikeli bölgesi var, o bölgenin içinde de gaziler. O, o yüzden LAW'i oradan atacak. Basıyor tetiğe, ama patlamıyor meret! "Allah kahretsin!" Hırsıyla bir kez, bir kez daha basıyor, nafile, yine patlamıyor. Sövüyor galiz. Hırsıyla, ümitsizliğiyle
son basışında ateş alsa meret, mermi önüne düşüp orada patlayacak, o kadar yani. O kadar hırslandı ki, nereye ata- cağına bile bakmadı. Sonra LAW'ı oralarda bir yerlere firlatıp, tekrar içeri koşuyor. Şimdi de odanın içinde başka bir şeyler aranmaya başlıyor. Aradığını da buluyor
sonra.Koştuğu gibi yaralı bir komandoya ait RPG roketatarı eline alıyor. İki roketi ve sevk fişeklerini de. Oracıkta düşüre çıkara, yırta parçalaya, sevk fişekleriyle roketleri birleştirip, emniyet tapalarını çıkarıyor ve LAW'ı attığı yere tekrar koşuyor.
Sonra kanlı kıllı zorbalara her ikisini de peşi sıra sallıyor. Ama yine hiçbir halt olmuyor. Oldu da, bizim istediğimiz gibi olmadı. Her iki roket de sütrenin, molozun, taşın, toprağın içinde paralandı sadece, o kadar.
Yaptığımız, attığımız her şey sadece o apış arası kafalıları orada tutmaya yaradı sadece, o kadar. Onlar ise her firsatta kafalarını bile göstermeden, namlularını çıkarıp çıkarıp bize doğru ateş ediyorlar, kimi tek tek, kimi de tarayarak.
Orada bir de bizi tarayıp durdukları bir bikisileri var. Mermiler resmen saçlarımızı, bedenlerimizi yalayarak uçuşuyor. Namluları biraz indirmeyi başarsalar, hep kafalarımızdan vuracaklar. Böyle giderse kalacağız burada, teker teker vurup alacaklar bizi.
Artık bir başka risk, bir başka gayret, mermi yağmuru altında sıçrayıp üst kata koşuyoruz. Oradan bir şeyler yapmak derdimiz. Ve biz tam üst kata çıkmışken, aniden, bambaşka bir şey oluyor.
Normal olmayan, olmayacak! Adını sonradan öğreneceğim, sarılacağım, anlından öpeceğim iki komando... Uzman çavuş Sinan ve uzman çavuş Baki, İŞİD’çilere bir başlarına taarruz ediyor. Ölümüne bir koșu bu. Ölüme bir koşu! İŞID'çilerin
yanına vurmaya çalışıyorlar. Ateş ede ede yanlarına geçmeye, oradan onları öldürmeye çalışıyorlar. Apansız gelişen bu anda, Sinan Uzman teröristlere beş metre kadar yakınlaşmışken, IŞİD'çilerden biri onu vurmak için ayağa kalkıyor. Bizim için normalde kolay,
ama apansızlığıyla zor bir hedef bu!İkimiz birden atıyoruz Kürşat'la. Yine kim vurduğu bilinmez, kafasının arkasından kan patlıyor herifin. Gülle yemiş kütük gibi devriliyor. Sinan'la Baki ise koşmaya devam ediyor. Ve Sinan, oracıkta bir ötekini vuruyor. Bir ötekini daha.
Baki ise resmen bir ölüm koşusuyla bikisicinin olduğu alana dalıyor. Seride yaptığı bir atışla can çekişen bedenlerin üstünden geçiyor. Bir anlık şaşkınlıklarında, korkularında, sinmişliklerinde o yaşayan leşlerin hepsi geberip gidiyor.
iki komando altısını birden ezip geçiyor. Sonra birden silah sesleri kesiliveriyor. Dakikalara sığan upuzun zamanlarda bekleyip duruyoruz. Sonra ateş ve manevra, ateş ve hareket. Delicesine bir uğraşla, artık inisiyatifi elimize almış, arayıp duruyoruz.
Zaten bu uğraşta, bir zaman sonra komandoların vurduklarını da, komandolarımızla birlikte buluyoruz. Ama hâlâ bitmeyen bir işimiz, komandoların ateş altına aldığı, hala bakılmayan diğer araç var.
Çatışma alanında orada, oracıkta öylece duruyor. Etrafında da leşler... Kürşat'la ben namlu üstünden baka baka şaşırmış bir şekilde o araca yaklaşıyoruz. Garip bir şekilde, eğreti zırhlandırılmış bir araç bu.
Sine sine sessiz sessiz yaklaşıp dururken! Birden! "Hareket!!!" "Hareket var Kürşat!" Kürşat ise çoktan görmüş, çoktan tetiğe asılmış bile. O aracın içini, oracıkta ateşe boğuyoruz.
Ve buna karşılık aracın içinden bir patlama sesi geliyor. Anlık bir şaş- kınlık var ama hemen anlıyorum. Ya içerideki kendini patlattı ya da attığımız mermilerden biri bir mühimmatı patlattı. İnceden bir duman aracın kapılarından,
deliklerinden sızmaya başlıyor. Temkinlice, dikkatlice, tek tek ata ata yaklaşıyorum. Kürşat'ın yanına geliyorum. Kürşat ise orada öylece duruyor. Aracın içine bakıp duruyor. Ben de bakıyorum. Ve artık attığım o mermileri atmamın gereği olmadığını görüyorum.
Aracın içindeki IŞİD'cinin kendini patlattığını, parçalanmış, aracın içine yapışmış beden parçalarından arlıyorum. Ben size bu gördüğümüzün nasıl olduğunu anlatmayacağım. O kadar işte. Ben size şimdi Kürşat'ı, o dağ gibi silah arkadaşımı anlatacağım.
Kürşat'ın neden öyle bakıp kaldığını, orada, oracıkta nasıl yaralandığını anlatacağım. Kendini el bombası patlatarak geberten IŞİD’li, patlattığı el bombasıyla Kürşat’ı da yaralamış. Ayakta öylece durakalan bakakalan Kürşat, işte o yüzden öyle duruyor.
Sonra birden artık ayakta duramıyor, düşüyor oracığa. Koşuyorum, biriki adımla... Elinden ağır ağır süzülen akan kana ve sağ bacağında hemencecik büyüyen kan lekesine bakakalıyorum. Bıçağımla hemen kamuflajlı pantolonunu yırtıyorum.
Yırttığım o pantolonla hem tampon, hem turnike yapıyorum. Elini de yarım yamalak sarmaya çalışıyorum. İşte bütün bu uğraştan sonra her şey kesiliyor, her şey bitiyor. Derin ve yorgun bir sessizlik tavuk çiftliğini kaplamaya başlıyor.
Ya da artık ben de kilitleniyorum. İçgüdüsel bir dürtüyle ya da bilinçle, artık bir şey olmayacağına dair hisle, Kürşat'ı iki kolunun arasından girmiş, onu sürükleye sürükleye emin bir kuytuluğa çekmeye çalışıyorum.
Hiç sesini çıkarmıyor. Çıkartamıyor belki, bilmiyorum. Sadece "Tüfeğim," diyor. "Tamam," diyorum. "Hemen!" Hemen koşup silahını alıyorum, kendi silahımın üstüne, çaprazdan omzuma asıyorum. Ve dengesiz, yalap şalap bir
yürüyüşle onu tekrar çekmeye çalışıyorum. Çektiğim o yerde başka bir yarasının, daha ağır bir yarasının olup olmadığına bakıyorum. Kürşat "Bana silahımı ver," diyor. "Ayağa kalkmama yardım et." Bütün itirazıma rağmen,
bu emrini yerine getiriyorum. Ve yaralı bu özel harpçiyle birlikte, yine, yeni bir yoruz. Durmuyor, oturmuyor, beni dinlemiyor. Sadece "Bu işi beraber bitireceğiz," diyor. Sadece o
da değil. Ağır yaralılar hariç, gazi komandolar dahil hepimiz, ama hepimiz son bir gayretle bu son işi bitirmeye çalışıyoruz. Ve artık her şey, hep birlikte, hep beraber yıkılmayan, yıkılamayacak
onurumuzla sona eriyor. Artık, az biraz sonra da diğer üs bölgelerinden takviyeye gelen arkadaşlarımız yetişiyor. Artık hummalı bir tahliye ve çok daha detaylı bir arama-tarama başlıyor. Kürşat dahil, hâlâ yaralarından kan damlayan 13 gazimizi tahliye ediyoruz.
Ve bir şehidimizi de! Evet, bizim burada bir şehidimiz var. flk patlamada şehit olan ve size anlatmaya hiç firsat bulamadığım bir şehitimiz. Onu, kanlanmış bir bayrağımızı yüzüne kapatarak Vakah köyü çatışmasından,
asıl vatana uğurluyoruz. Ruhun şad olsun adsız kardeşim. Mahşerde alnın açık olsun. Ne acı! Ne garip bir onur bu. "Fırından yeni çıktı, sıcak sıcak onlar!" Şehit ve yaralılar.
Milletin ruhuna yeniden doğan milletin ruhundan "adsız kahramanlar".Bab yakınlarındaki giriştiğimiz Vakah köyü çatışmasında tekfiri terö- ristlerin ikisi bomba yüklü "üç zırhlı ve/veya zırhlandırılmış araçla"
cüret ettikleri bu uğursuz saldırının bilançosunu, bütün alanı temizledikten sonra, "artık burada, bu zamanda başka bir melanet kalmadığını" son bir kez rapor ettik.
Bir de saldırıyı gerçekleştiren 21 teröristin tamamının öldürüldüğünü. Yaptığımız aramalarda bize karşı gerçekleştirdikleri saldırıyı kayda alıp, sosyal medyayla kendilerine müzahir medya üzerinden bir başka operasyon çekmek
isteyen bu uyanıkların kameralarını da ele geçirdik. En son çektiği neydi bilir misiniz? Bizim silahlarımızla gebermeleri! O kayıt şimdi elimizde. Full HD çekim yapan kameraları da...
Peki, geriye bir başka canlı kalan ya da kalanlar, sağda solda kıyışıp kalanlar var mı? Sanmıyorum, ama bütün aramalara rağmen bilmiyorum. Tünel, menfez, mahzen dolu burası, Ya kaçan? Belki, ama o da hiç önemli değil. Canları çektiği zaman çıkabilirler karşımıza.
Mertçe olsun ama! Hoş, pek mümkün olmasa da...Benim şimdi bildiğim ve önemsediğim bir tek şey var. O da bu mada Türk milletinin, biri şehit 13'ü yaralı olmak üzere 14 zayiat verdigidir. Sonra beni de zorla hastaneye gönderdiler.
Duymuyordum. Aslında çatışma başladığından beri doğru dürüst bir şey duymuyordum. Bağırmalar ve patlamalar hariç... Patlamadan sonra başlayan baş ağrısı ve işitme kaybı, çatışma sırasında artarak devam etti. Başım ağrıyordu, kulaklarım ötüp duruyordu
Resmen çın çın çınlıyordum. Sadece ben de değil... Patlama ve sonrasında kapalı alanlardan; odalardan, koridorlardan yapmak zorunda kaldığımız atışlarla teröristlerin attığı mermi ve bombaların sesleri hepimizi etkilemişti.
Bir de duvara toslayıp büyük bir gümbürtüyle duvarı göçüren BMP mermisi vardı. Dağlar aklıma geldi, ne güzeldi. Oradaki çatışmalarda böyle bir sorun yoktu. Neyse, bir kez daha hastane yolunu tuttuk.
Bir yandan da sevinip duruyorum. Badimle yani beden, ruh, yaşam ve mücadele yarımla bir kez daha buluşacaktık. lyiydi Kürşat. Hem de çok iyiydi. Şakalaşıp durduk. O "Elek oldum, kevgire döndüm..."
diyordu. Ben de buna karşılık "Çın çın ötüyorum" dedikçe, ikimiz birlikte "Çın çın ötüyor kalbim" nakaratı tutturup, gülüp duruyorduk. İyiydik, neşeliydik, rahattık, ama battı bize, sıkıldık; "Artık çıkıp gidelim,"
deyip duruyorduk. Sonra komutanımız geldi. Üç beş hasbihal, ohh, baklava da getirmiş. Yedik bir güzel. Çıkarken de dedi ki Aksakallı Paşa: "Istikamet Ankara! Biraz dinlenin, gelirsiniz sonra."
Komutan çıktıktan sonra, baktık birbirimize. Kürşat dedi ki bana: "Abi sen git... Bebeğini gör gel, ben gitme- yeceğim." Kürşat'ı ikna edemedim, iyi mi! Emir memir hak getire. İşte ben badimi, beden ve mücadele yarımı en son burada gördüm.
Doktorlar Ankara'ya tahliye edelim demişler, istememiş, istirahati bile kabul etmemiş. Üstüne bir de doktorlarla kapışmış. Meger o, yazgısının çağrısına uyacakmış! Vakah köyünde yarım kalan işini Akil Dağı'nda tamamlamaya gidecekmiş
21 Aralık'ta Akil Dağı'ndaki çatışmalar şiddetlenince, desteğe gidenle- rin arasına karıştığı gibi, soluğu mücadelenin içinde almış. Bir de orada "veryansın bir "can pazarı". Gırtlak gırtlağa girmişler bir kez daha. Ve bir havan atışıyla...
Ağır yaralı şimdi. Yoğun bakımda... Beyin ölümü gerçekleşti kardeşimin. O şehit olacak! Artık... Artık duanızla,.. Bu yazı böyle bitiyordu. Kod Kürşat dahil, bu gizli operasyona katılan bütün Özel Harpçilerin ismi gizli kalacaktı. Ancak olmadı. “Kod Kürşat'ın adı bu satırlarda
dahi “yaşasın" diye ismini yazacağım. Kod adı Kürşat olan “Astsubay Selçuk Erdoğan", 6 Ocak 2017 tarihin- de "şehit" oldu. Ruhun Şad olsun kardeşim. Alnın, mahşerin açık olsun.
Kod adı Kürşat olan Astsubay Selçuk Erdoğan..
You can follow @FromheL_.
Tip: mention @twtextapp on a Twitter thread with the keyword “unroll” to get a link to it.

Latest Threads Unrolled: