Yeni zincir: nükleer silahların uluslararası siyaset ve stratejiye etkileri nelerdir? Öncelikle: nükleer silahlar *özeldir*. Neden? Cevap sadece “yok etme kapasitesi* değil. Konvansiyonel silahlar ile de milyon/milyarlarca insan öldürebilirsiniz...
Nükleer silahların farkı:
- Kitlesel yıkımın sadece şiddeti değil, “hızı” ve kesinliği
- Saldırı sonrası etkiler (radyasyon)
- Savunma şansınızın olmaması (şimdilik)
- Kontra-güç’ten çok kontra-değer’leri hedef alabilmesi
- “Kristal küre” faktörü

Son ikisini açalım...
Askeri güç kullanırken temelde iki tip hedef olabilir: diğer tarafın askeri gücü (kontra-güç, counter-force) veya diğer tarafın “değer” verdiği sivil hedefler (endüstri, doğal kaynaklar ve en önemlisi: toplum; kontra-değer, counter-value). Nükleer silahlar kontra-değer için ideal
“Eski” savaşlarda kontra-değer hedefleri vurmak istiyorsanız önce kontra-güç hedeflerini ekarte etmeniz lazım. Türkçe meali: karşı tarafın sivil hedeflerini vurabilmek için önce karşı tarafın askeri gücünü bertaraf etmeniz lazım. Doğrudan toplum/endüstriyi vuramıyorsunuz...
Hava gücünün 1. Dünya Savaşı sonrasında arşa çıkması bu denklemi değiştirir. Artık düşmanın ordusunu bertaraf etmeden doğrudan toplumuna ve ekonomik araçlarına zarar verebilirsiniz. 1920-30’larda hakim kanı: hava güçü savaşın doğasını değiştirdi: kontra-değer belirleyici olacak..
Hava gücünün “savaşın doğasını” değiştireceği düşüncesi 1930’larda arşa varıyor: savaş artık ordular arasında olmayacak, toplumları doğrudan hedef alabilirsiniz. Bu fikrin en önemli ismi İtalyan general ve stratejist Douhet. Kontra-değer üzerinden savaş kazanma rüyası...
Douhet’nin rüyası neydi? Hava gücü ile düşmanın ordularıyla uğraşmak zorunda kalmadan doğrudan toplumu ve endüstriyi hedef alarak önce toplumu, sonra da düşman hükümetini dize getirmek. İkinci Dünya Savaşı’nda ve Vietnam’da tutmaz. Neden tutmaz?
Diyeceksiniz ki “nükleer silahlarla açtın, şimdi de hava gücünden bahsediyorsun, ne alaka?” Arkadaşlar, bu mevzuların derinine, tarihine, kuramlarına girmezseniz anlayamazsınız. Kısaca: nükleer silahlar hava gücünün vaat edip gerçekleştiremediğini “mutlak” ve “gerçek” kılmıştır..
Bir ara verelim. Az bilinen bir gerçek: realistler genelde nükleer silahların -müşterek caydırıcılık (mutual deterrence) olduğu sürece - barış getirdiğini savunurlar. Neorealizmin kurucu babası Kenneth Waltz “İran nükleer güç olmalı” tezini savunur: https://www.foreignaffairs.com/articles/iran/2012-06-15/why-iran-should-get-bomb
Hava gücü “kontra-değer” konusunda neden beklenenden daha az etkili olmuştur? İki temel sebep var. Birincisi: nükleer silahlardan farklı olarak hava gücüne karşı “savunma” geliştirmek o kadar zor değil. S-400 gibi düşünün. Artı uçaklarınız düşman uçaklarını “aşmak” zorunda...
Hava gücünün bekleneni verememesinin ikinci temel sebebi bombalanan toplumların hükümete daha da kenetlenmesi, veya milliyetçilik. Bu konuda yıllarca asistanlığını yaptığım R Pape’in kitabı önemli. Peki nükleer silahların farkı nedir? https://www.amazon.com/Bombing-Win-Coercion-Cornell-Security/dp/0801483115
Nükleer silahların hava gücünden farkı “savunma”nın çok zor olması. Yıkımın şiddet *ve hızı* da milliyetçiliğin tetiklenmesine müsade etmeyebilir. Konvansiyonel savaşlar elde kılıç *ve* kalkan ile çarpışmak gibi düşünün. Nükleer dünyada: ölümcül & “zehirli” kılıçlar, kalkan yok.
Nükleer silahların konvansiyonel silahlardan bir diğer farkı da Hiroşima-Nagazaki dışında savaşta kullanım olmaması. Elimizde gerçek bir savaşta nükleer silahlar nasıl kullanır konusunda bir “veri” mevcut değil. O yüzden bu konuda düşünceler genelde “soyut” ve teorik...
Kısaca: nükleer silahların savaşta kullanımı konusunda tarih ve tarihçilerin katkısı sınırlı. Bu konuda soyut düşüncede üstün uzmanlar lazım. Siyaset bilimciler? “Üstün” dedim sanırım. Genelde tanınan “ilk dönem” nükleer strateji kuramcıları fizikçi, matematikçi veya iktisatçı.
Konuya dönelim: nükleer silahların ayrıştırıcı özelliği “savunma”yı etkisiz hale getirip “kontra-değer” hedefleri hedef tahtasına oturtması. Peki “kristal küre etkisi” nedir? Kısaca: konvansiyonel bir savaşa girdiğinizde sonucu kestiremeyebilirsiniz, topyekün nükleer savaş farklı
Konvansiyonel savaşın nasıl sonuçlanacağını “savaşın getirdiği sis,” “şans,” “ihtilaf” yüzünden göremeyebilirsiniz. Topyekün nükleer savaşta sonuç açık: 2. sınıf bir Kevin Costner filminde uyanıyorsunuz (Waterworld, Postman), şanslıysanız #MadMax (en azından daha havalı atmosfer)
Nükleer silahlarla askeri strateji üzerine düşünmek çok zor. Dediğim gibi, tarihte nükleer silah kullanımı sayılı (sayı ile 2), geçmişten alınacak dersler kısıtlı. Misal, Clausewitz nükleer savaş için ne derdi? Emin değiliz. Kısa Clausewitz için: https://twitter.com/burakkadercan/status/1048585031122411523?s=21
Nükleer strateji üzerine sayısız isim, sayısız kitap var. İki öneride bulunacağım. İlki eski, ikincisi yeni. İlki: Uluslararası İlişkiler kuramlarında önemli yer tutan Nobel Ödülü sahibi *iktisatçı* Thomas Schelling. İki eseri konu ile ilgili: https://www.amazon.com/Strategy-Conflict-New-Preface-Author/dp/0674840313
T Schelling’in ikinci ilgili eseri de bu. Genel olarak Schelling düşüncelerini “oyun teorisi” ve “rasyonal seçim teorisi” üzerine kurar. Oyun teorisi nedir? Çok uzun. Kısaca: 2+ rasyonel aktörün *karşılıklı* etkileşimininin “soyut” bir şekilde analizi...

https://www.amazon.com/Arms-Influence-Thomas-C-Schelling/dp/0837189802
Oyun teorisi (OT) “itinayla büyük oyunu çözme” ile ilgilenmez. Varsayımları da, özellikle çoğunluğunu tarihçilerin oluşturduğu Strateji Çalışmaları evreninde, tartışmalıdır. OT “ilgili aktörlerin rasyonel olması” üzerine kuruludur. Duygular, psikoloji, kültür dışarıda bırakılır.
Oyun teorisi tamamen soyuttur. 2+ rasyonel aktör stratejik bir “yapı” içine yerleştirilir, bu etkileşim sonucunda kolektif olarak hangi seçimleri yapabilecekleri üzerine - matematiksel olarak - çıkarımlar yapılır. Bundan sonrasını basit tutacağım, ama yine de karışık gelebilir...
Oyun Teorisi’nde *genelde* iki tip analiz yöntemi kullanılır: sıralı (sequential) ve simültane oyunlar. Sıralı oyunlar, basitçe: A bir hamle yapar, B bunu “görür,” gözlemi üzerinden bir hamle yapar, sonra A bu hamleyi gözlemleyip ona göre seçim yapar...
Sıralı oyunları daha “gerçekçi” yapabilirsiniz. Misal Rusya ve Türkiye diyelim. Rusya bir hamle yapar, ama Türkiye Rusya’nın hamlesinden “asıl niyetini” çıkaramaz, seçimini bu “bilgisel asimetri” ile yüzleşirken yapmalıdır. Böyle gider. Simültane oyunlar yapısal olarak farklı...
Simültane oyunlarda aktörler seçimlerini diğer aktörlerin seçimlerini “görmeden” yaparlar. Sadece oyun bittiğinde “sonucu” görebilirler. Karanlıkta satranç oynamak gibi düşünebilirsiniz. Sonucu ancak maç bittiğinde göreceksiniz. İki tip oyunda da mantık aynı...
Schelling rasyonel seçim ve oyun teorisini uluslararası siyasette “askeri güç kullanımı” konusuna uygulamıştır. İlk veya tek uygulayan değil, fakat fikirlerini [göreceli olarak] kolayca anlaşılabilecek bir dille & akılda kalacak örneklerle yazması Schelling’i ön plana çıkarmıştır
Schelling’in literatüre en büyük katkılarından birisi “caydırıcılık” (deterrence) ve zorlama (compellence) arasındaki ilişki üzerinedir. İkisi de “sonradan uygulanacak” cezalandırma üzerinedir. Nükleer silahlar “mutlak caydırıcı” olarak görülebilir...
Misal: caydırıcılık bir çoçuğun sizden izinsiz #Fortnite oynamasını *engellemek* için tehdit kullanmak üzerine kuruludur. “İzinsiz oynarsan Xbox’ı satıyorum.” Zorlama ise tehdit kullanarak aynı çocuğu ev ödevi yapmaya “ikna etmek.” “Ödevini yapmazsan 6 ay harçlık yok.”
Önemli: hem caydırma, hem zorlamada tehdit unsuru olarak kullandığınız cezayı uygulamak durumunda kalıyorsanız *başarısız* oldunuz. Amacınız ceza tehdidi ile davranış kontrolü/değişimi idi, tehdit işe yaramadı. Misal: en faydalı nükleer silah kullanmadan istediğinizi sağlayandır.
Schelling’e göre caydırma zorlamadan *daha* kolaydır, ama kolay değildir. Bir ülkeye “kırmızı çizgimi aşarsan askeri tokadı yersin” demek, X davranışını *önlemek*, “dediğimi yapmazsan tokat geliyor” tehdidi ile davranış *değiştirmek*ten daha kolaydır. Önemli olan “tehdit.”
Tehdidiniz istekleriniz/kapasiteniz ile “ölçülü” ve inandırıcı* olmalı. Misal: üstteki örnekteki çocuğa “benden izinsiz #Fortnite oynarsan seni evlatlıktan atıyorum” derseniz inandırıcı olmayabilir, tehdit boşa çıkar.

(Eğer çocuğa inandırıcı geliyorsa hemen psikoloğa gidin)
Zorlama (coercion/compellence) konusuna daha sonra döneriz (belki). Genelde “nükleer şantaj” kavramı üzerinden incelenir. Soru: nükleer bir devlet nükleer olmayan bir devletin davranışını nükleer silah kullanma tehdidiyle değiştirebilir mi?

Öncelik olarak caydırmadan bahsedelim
Temelde iki tip “nükleer caydırıcılık”tan bahsedebiliriz:
- Birincil caydırıcılık (2 nükleer devlet arasında)
- İkincil caydırıcılık (2 nükleer devlet ve 1+ nükleer silahı olmayan devlet, yani en az 3 devlet)

Aradaki fark çok önemli, ama genelde karıştırılır. Aynı şey değil...
Birincil nükleer caydırıcılık (müşterek) için ne gerekli:
1) Hayatta kalmak isteyen aktörler
2) Minimal rasyonalite
3) Karşı saldırı kapasitesi: ilk nükleer rakipten gelirse karşı saldırı yapacak nükleer kapasite kalabilir mi?

Bu üçü tutarsa iki nükleer devlet savaşı göze alamaz
Schelling: ucu zehirli oklarla birbirlerine bakan iki kızılderili düşünün. Oklar hemen öldürmüyor, ama ölüm kesin. Yani “karşı saldırı kapasitesi” mevcut: ilk oku yiyen ölmeden karşıdakini vurabilir. Bu şartlarda ilk oku atan ya tamamen irrasyonel veya intihara meyilli olmalı...
“Müşterek caydırıcılık” (mutual deterrence) yukarıda anlattığım fikir üzerine kurulu bir “soyut” yaklaşım. Bozulması için 3 temel varsayımından herhangi birisinin çökmesi lazım: “deli” ve/veya “ölümden korkmayan” aktörler ile tutması imkansız. Burası önemli...
“Aman X ülkesi nükleer silah sahibi olmasın” dendiğinde kullanılan argüman tamamen bu varsayımlarla ilgili: X ülkesinin irrasyonel liderler tarafından yönetildiğini, ya da “intihara meyilli” olduğunu iddia etmeniz lazım. Yoksa aklı başında, intihar kovalamayan ülke ilk oku atmaz.
You can follow @BurakKadercan.
Tip: mention @twtextapp on a Twitter thread with the keyword “unroll” to get a link to it.

Latest Threads Unrolled: